‘Sonsuz evren bize sonsuz sayıda sürpriz yapabilir’

 Sayın Selçuk Topal Kaostan “Kozmosa Evrenin Hikâyesi” aslında insanlığın en başından beri yanıt aradığı soruların peşinden gidiyor. Evrenin hikâyesinin yanı sıra evrendeki yerimiz üzerine de düşünmemizi sağlıyor. Sizin bu kitabı yazma amacınız nedir, buradan başlayalım isterseniz?
Bir şeyi anlamak ile o şeyi o konuda uzman olmayan birine yalın bir şekilde anlatabilmek çok farklı iki düzeydir ve ikincisi yıllar alan bir deneyim gerektirir. 16 yıllık bir astrofizikçi ve bilim anlatıcılığı ve popüler bilim yazımında 7 yıllık tecrübesi olan biri olarak sahip olduğum birçok bilgi ve deneyimi bu kitapta topladım. Bugüne kadar gerek ülke çapında verdiğim seminerler esnasında gerekse sosyal medya aracılığıyla bilime ve uzaya meraklı her yaştan insandan yüzlerce soru aldım.

BİR BAŞUCU KAYNAĞIDIR

Kitabım tüm o kozmik sorulara yanıt vermesinin yanı sıra okuyucunun evrendeki yerini sorgulamasını da amaçlar. Karmaşık gibi görünen bilimsel konuları yalın bir dille aktarmaya gayret gösterdiğim bu kitap öğrenciler, öğretmenler ve uzaya ilgi duyan her yaştan insan için bir başucu kaynağıdır. Bu kitap içeriği, kapsamı ve konuları ele alış şekliyle nevi şahsına münhasır bir kitaptır. İnsanlar bu kitabı
okuduğunda ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaklar diye düşünüyorum. Bir bilim insanının topluma yapacağı en büyük hizmetlerden biri bilgisini herkesin anlayabileceği bir dille aktarmaktır.
Ben de bu kitapla bunu yaptım.

 Evrenin başlangıcından günümüze hikâyesinin yanı sıra en çok merak ettiğimiz konu evrenimizin sonu, yok olma ihtimali ya da nasıl yok olacağı… Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Hayat süremiz evrenin sonsuzluğa akan geçmişine ve geleceğine kıyasla adeta yok hükmündedir. Evrenin burada olduğumuzdan haberi bile yok. Sonsuz akan zamanda minik bir detayız sadece. Ancak bu minicik hayat süremiz içerisinde evrenin birçok özelliğini öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Etrafımızı saran evrene dair yaptığımız gözlemler bize bir şeyi net olarak gösterdi: Evrende istisnasız her şey ölüyor ve nihayetinde kazanan soğuk oluyor. Ölünce soğuyan bedenlerimiz gibi evren de bir
gün hiçbir yıldızın parlamadığı zifiri karanlık ve soğuk bir yer haline gelecek. Fakat muhtemelen biz o günleri göremeden yok olup gideceğiz. Nitekim, evrenin sonu belki sonsuz süre alabilir.

SAHTE BİLİMLE SAVAŞ

 Dünya dışı varlıklar, başka gezegenlerde yaşam, farklı medeniyetler gibi konularla ilgili komplo teorilerinden ve sahte bilimler sayesinde yayılan bilgi kirliliğinden insanlar nasıl korunacak?
Kitabım bu konuda bir kılavuz niteliğinde. Bilim ile sahte bilim arasındaki ayrımı açıkça ortaya koydum. Olağanüstü bir iddia ortaya atıldığında (Dünya dışı zeki varlıkların bizi ziyaret etmesi gibi) hangi soruları sorarak bu tarz iddiaların gerçek doğasını ortaya çıkarabileceğimizin ipuçlarını
kitabımda verdim. Birçok astronomi efsanesi ile birlikte meşhur Roswell UFO olayına ise kitabımda ayrıca yer ayırdım. Kitabım okuyucuyu kozmik denizde bir tura çıkarır ve bunu yaparken satır aralarında sahte bilimle savaşına devam eder. Sahte bilim ve hurafelerle savaş kişisel aydınlanma ile mümkündür. Bilgiye erişimin çok kolaylaştığı bir çağda yaşıyor olsak da bilgi kirliliği de aynı derecede artmış durumda. Bir birey çocukluktan başlayarak temel bilimlere hakim olmalı, sorgulamayı öğrenmeli ve etrafını saran evren içindeki yerinin farkına varmalıdır. Kitabımın ana hedefleri de tam olarak bunlardır.

 Sonsuz olasılıklar barındıran evrende şu anda bildiğimiz her şeyi kökünden değiştirecek şeyler yaşanacağını öngörüyor musunuz? Farklı şekillerde ifade edilen bu değişimler için belli bir zaman öngörünüz var mı?
Tüm o bilimsel ve teknolojik ilerlememize rağmen evrenin yüzde 95’i hakkında direkt veriye sahip değiliz. Evrenin çok büyük bir kısmı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Kara enerji ve kara maddenin doğasını anlamış değiliz. Bildiklerimiz bilmediklerimiz yanında adeta yok hükmünde. Evrene dair yeni bir şey öğrendiğimizde o bilgi başka bilinmezleri işaret eden soruların sorulmasına neden oluyor. O nedenle sonsuz evren bize sonsuz sayıda sürpriz yapabilir.

 

Covid-19 geleceğin inşasında ve insanlığın geleceğinde yerini alacak

• Kitap, Türkiye’de normalleşmenin başladığı ayda, haziranda yayımlandı. Tam da “Covid-19 kitabı yapalım, çok okunur” düşüncesiyle onlarca kitabın çoktan yazıldığı bir sürecin ortasına düşse de nitelik kaygısı dikkat çekiyor. Yazarına göre bu kitabın diğerlerinden farkı nedir?

Evet, bu bir piyasa kitabı değil. Zor bir kitap. Aklını kullanan, düşünmeyi seven ve düşünmenin sorumluluğundan hoşlanan, muhakeme yapmayı, bilinç üretmeyi sevenlerin hoşlanacağı bir kitap. Zaten bir piyasa kitabı yazmayı ise kendime, Abdullah Ağar’a yakıştıramazdım. Zoru tercih ettim. Göbeğimi çatlatması gerekiyordu. Çatlattı da! Nitelikli olması, farkındalık yaratması, fayda, bilgi ve bilinç üretmesi gerekiyordu. Okura da saygısızlık edemezdim. Bu bir veri, bilgi, bilinç ve muhakeme kitabı.

GERÇEĞİ OKUMAYA ÇALIŞTIM

Ben bu kitapta tahminciler, komplocular, entrikacılar, fütüristler, ruhbanlar gibi canımın çektiği gibi bir sahne kurmadım, canınım çektiği gibi bir senaryo yazmadım, sahneye yerleştirdiğim oyuncuları canınım çektiği gibi oynatıp canınım çektiği bir sonuç çıkarmadım. Kurulan sahneyi, senaryoyu, oyunu ve oyuncuları, velhasıl gerçeği okumaya çalıştım. Gerçeğin acı veren ama iyi gelen parametrelerini görmek ve göstermek istedim.

• Önsözde “Allah’tan salgının yayılma hızı, etkileme şekli ve öldürme oranlan devletleri, toplundan ve bireyleri çok çaresiz, korku ve panik içinde bırakmadı” yazmışsınız. Geçen iki ay içinde farklı gelişmeler ve yaklaşımlar oluştu. Bugün bu düşünceniz halen aynı mı?

Salgın aslında bir şifa! Agresif, ters açıdan, farklı ve keskin bir bakış açısı farklılığıyla tabii. Biz salgını hep ürettiği riskler, tehditler, kısıtlamalar, zararlar, yokluklar, istikrarsızlıklar üzerinden okuduk. Peki ya salgın belki de hiç bilemeyeceğimiz öngöremeyeceğimiz çok daha büyük yıkımların, kötülüklerin, yok oluşların, tehditlerin önüne geçtiyse! Örneğin baksanıza, dünyada kendi istedikleri gibi bir kıyamet kopartmak isteyen Armegedoncular, Milenyumcular, Melheme-i Kübracılar, Megido Dağcılar, Büyük Savaşçılar nasıl çil yavrusu gibi dağıldılar! Bir diğer tarafıyla salgında “Biz nerede hata yaptık, insanlık nerede hata yaptı” gibi can aha soruların yanıtını bulmaya dair koca koca fırsatlar var. Sonuçta nereye gittiğimiz ortada. Salgın “Durun” dedi, “Biraz es verin!” Bence salgın Allah’ın insanlığı dizayn etmede kullandığı bir aygıt.

PEK ÇOK FIRSAT SUNUYOR

Salgın karşısında kaçmaktan/tedbir almaktan başka yapabileceğimiz hiçbir çare yok. Ve bir aşı, ilaç, tedavi üretmek için çırpınıp duruyoruz. Bu gelişmek, evrimleşmek demek aynı zamanda. Daha pek çok fırsat sunuyor bize. Aynı zamanda bir vekil savaşçı. Allah bize resmen dedi ki, “İnsanları ve insanlığı öldürdüğünüz vekaletler savaşı mı? Alın size vekaletler savaşı, vekaletler savaşçısı!” Bir başka açıdan kendisine meydan okuyanlara, insanları ve insanlığı dizayn etmeye çalışanlara, kıyamet savaşı çıkartmaya dedi ki Tanrı: “Dizayn öyle yapılmaz, böyle yapılır, kıyamet sizin istediğiniz zaman kopmaz, benim istediğim zaman kopar!”

• Covid-19’u küresel gündemin geçmişinden bugününe ve yarınına uzanan bir eğriye yerleştiriyor ve dünyada olup biten gelişmelerden bağımsız görmüyorsunuz. İnsanlar bunun bir operasyon mu yoksa yaptıklarımızın doğal bir sonucu mu olduğu tartışmasına sıkışmışken bunun ötesinde bir yerden bakma ihtiyacını neden duydunuz?

Çünkü insanlığın farklı bakış açılarına ihtiyacı var. Sorunu çözemiyoruz. Tıkandı kaldı insanlık. İnsanlık da tıkandı, yaşayış da tıkandı, din de tıkandı, değerler de, ilkeler de, hedefler de, kavramlar da, inançlar da, kurduğu düzen de tıkandı. Farklı paradigmalara, bakış açılarına, çözümlere, gerçek doğrulara ve inançlara yönelmeye ihtiyaç var. İnanç açısından bakıldığında indirilmiş ayetlerle (Kuranla), yaratılmış ayetler (evren) ve yaşayan ayet (insan) arasında bir uyuma ihtiyaç var. İnsan yok olmuyor. Her iki boyutta (dünyada ve mahşerde) geleceğini de yok ediyor.

EN KÖTÜSÜYLE YÜZLEŞMEK ZORUNDA KALIRSIN

Siz mesleğiniz, birikiminiz itibarıyla daha stratejik bir yerden yorumluyor, “komplo teorileri”ni eleştiriyorsunuz. Öte yandan bakış açınız itibarıyla sizi de mutlaka komplo teorisi üretmekle eleştirilenler olmuştur. Ne dersiniz bununla ilgili?

ÖFKE DAHİ ÜRETEBİLİRSİN

Benim işim; işi, gerçeği, düşmanı, karşıt gücü, sorunu, tehdidi, “kudreti, kabiliyeti, kapasitesi, aklı, zekası, kurnazlığı çerçevesinde” en kötüsünden ve en zor tarafından görmek. Çünkü önünü alamaz, evvelden engelleyemezsen genellikle değil kesinlikle en kötüsü ve zoruyla yüzleşmek zorunda kalırsın. Tehdidi doğru okumak, anlamak çözümü de, zaferi de beraberinde getirir. Bununla birlikte buna dair analizler bir karamsarlık, bir umutsuzluk, hatta bir öfke dahi üretebilir. Bu bağlamda gerçeğin acılığından, yakıcılığından ve ağırlığından kaçanlar, komploculuk dahil hayalperestler, kurnazlar, fırsatçılar beni her şeyle suçlayabilirler. Yapıyorlar da zaten.

 

Umarım doğrular ve iyiler kazanır

 

• Siz bugünkü medeniyetin ve güncel gelişmelerin nereye varacağını öngörüyorsunuz? Bizi bir yıkım mı yoksa acı verici bir dönüşüm mü bekliyor?

Covid-19 son derece etkili, derinden ve sessiz bir şekilde geleceğin inşasında ve insanlığın geleceğinde yerini alacak. Önemli olan bunu anlamak, anlamlandırmak, dünyanın ve geleceğin inşasında kendi sorumluluğumuzu üstlenmek. Bu aynı zamanda kendimizle birlikte insanlığın kurtuluşuna katkı sağlayacak adımları atmak, hamleleri yapmak, bilgi, bilinç ve inancı üretmek demek. Bütün jeopolitik taşlar yerinden oynadı, üstüne üstlük yer değiştirmeye başladı. Bu bir yükselen/alçalan güçler, devletler, inançlar, kavramlar, değerler süreci. Ümit ederim doğrular ve iyiler kazanacak.

 

Bilimsel etikten asla ödün verilmez

Prof. Dr. Tayfun Uzbay ile Destek Yayınları’ndan çıkan kitabı Görünmeyen Beyin hakkında konuştuk.

“GÖRÜNMEYEN Beyin” adlı kitabınız çok ilgi gördü ve genişletilmiş yeni baskısıyla raflardaki yerini aldı. Öncelikle yeni neler var kitapta, bunu öğrenebilir miyiz?

Beyin, bilimcilerden sıradan insana kadar herkesin ilgisini çekmeye devam ediyor. Beyin araştırmaları, bilimin yeni bilgi akışı en yoğun ve sürekli yenilenen alanlarının belki de başında geliyor. Kısa süre önce önemli bir parçası eksik olduğu için hatalı yorumladığımız bir bilgi bugün geçersiz olabiliyor. “Görünmeyen Beyin” ilk baskısını 2017 yılında yaptı. Okuyucunun ilgisiyle kısa sürede ilk üç baskısı tükendi. Dördüncü baskıya girerken bazı güncellemeler yapıldı ancak bunlar çok detaylı değildi. Dördüncü baskı da kısa sürede tükenince beşinci baskı için detaylı bir güncelleme söz konusu oldu. Dördüncü baskıya eklenen konular ve güncellemeler detaylandırılırken, “insan beyninin anne kartımdan itibaren yaşam boyu gelişim ve değişim süreci”, “din ile beyin veya inanç ile beyin ilişkisi”, “kuantum beyin ya da nörokuantoloji”, “yapay zekâ”, “beyin araştırmalarının geleceği” ve “mental doping” gibi konular ele alındı. Çok güncel bir konu olan “Covid-19 beyin ilişkisi” ve önceki baskılarda çok kısa geçilen “travma sonrası stres bozukluğu” gibi konularla kitap güncellenirken içeriği de zenginleşti. Böylece beşinci baskıya 100 sayfadan fazla yeni Prof. Dr. Tayfun Uzbay ile Destek Yayınları’ndan çıkan kitabı Görünmeyen Beyin hakkında konuştuk ilave bilgi girdi. Bilimi, popüler bilim yaklaşımıyla ele alsanız bile bilimsel etikten ve kurallardan ödün vermeden çalışmanız şart. Bu tip kitapları baskıları yenilendikçe yeni bilgilerle güncellemek gerekiyor.

FARKLILIK YARATMAK

• Kitabınızdan hareketle beynimizin görünen ve görünmeyen yönleri olduğunu söyleyebiliriz: Siz de böyle bir bölümlendirme yapmışsınız zaten. Peki, görünmeyen nedir?

Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından itibaren beyin işlevleriyle ilişkili devrim niteliğinde çok önemli buluşlar yapıldı. Ancak beyinle ilişkili hâlâ bilemediklerimiz de var. Alan son derece popüler. Disiplinler arası bağlantılar da söz konusu. İlgili ilgisiz birçok kişi beyin ve insan davranışı üzerine konuşup yazıyor. Bunların önemli bir kısmı maalesef kanıta dayalı bilgiden yoksun. Öte yandan mevcut bilgiyi eğip bükerek ilgi çeken abartılı veya hatalı çıkarımlarla şehir efsanelerine neden olanların ve buna bağlı ortaya çıkan safsatalarm sayısı da az değil. “Görünmeyen Beyin”in temel amacı, okurlara beyinin bilinenleriyle bilinmeyenlerini anlaşılır biçimde sunmak ve bilinenlerle bilinmeyenler arasmda bir farkındalık yaratmaktır.

• Gelecekte beyin üzerine araştırmalar ne yönde ilerleyecek?

Gelecekte beyin araştırmalarının birçok farklı disiplinin iş birliği içinde etkili bir şekilde sürdürüleceğini söyleyebilirim. Beyin araştırmalanna yapılan yatınmlar, bu alanı geleneksel ve sınırları belli bir bilimsel alan olmaktan çıkardı. Bugün nörobilim askeri kanadı da kapsayan milyarlarca dolarlık devlet harcamalannı, farklı disiplinlerden çok geniş bir araştırmacı topluluğunu ve büyük bir ilaç endüstrisini içinde barındıran devasa bir sektör durumuna geldi.

BEYİN ALANINDAKİ GELİŞMELER

BUGÜN veri zengini ama teori yoksunu bir durumdayız. Geleceğe bakarken üzerinde kafa yorulması gereken en önemli konu, bu verilerin geçerli teorilerle beyni anlamaya ve hastalıkların etkili tedavisine yönelik çözümler oluşturmasıdır. Gelecekte beyin alanındaki gelişmeler parası ve imkânı olanlar için bir anlam ifade edecek gibi görünüyor. Bu nedenle beyin araştırmalarından çıkan sonuçların insanlığın gelişimine ve insanların daha özgür ve mutlu olmasına katkı sağlayabilmesi için etik hassasiyetlerden de taviz verilmemesi gerekir. Gelecekte önemli beyin hastalıklarının tanı ve tedavisine yönelik belirgin gelişmelerin gerçekleşeceğini şimdiden öngörebiliriz. Ancak görünmeyen beyini görünür kılma, yapay beyin üretme, dışarıdan herhangi bir ilaç veya madde vermeden beyni ve/veya düşünceyi değiştirme gibi konuların, insanı anlamaya dayalı yeni bir hukuk sisteminin ve daha barışçıl, birbirini anlayan insan ve toplumların oluşması gibi hedeflerin ne ölçüde ve nasıl gerçekleşeceğine muhtemelen yine insan beyni karar verecek.

 

Bu kitaptan öğrenecek çok şey var!

Çağdaş Ertuna

Tesla ve SpaceX ile sık sık adından söz ettiren Elon Musk’ın 72 yaşındaki süpermodel annesi Maye Musk. Maye Musk’ın “Bir Kadın Plan Yaparsa-Ömür boyu macera, güzellik ve başarı için tavsiyeler” başlıklı kitabının Türkçesi bu hafta yayımlandı

Bir kadın gazeteci, Daily Beast adlı haber sitesinde Elon Musk’ı eleştirmenin artık mümkün olmadığını, çünkü en küçük eleştiride bile milyonlarca takipçisini kadın gazetecilere karşı kışkırtmak için kullandığını söyledi ve Musk’ı kadın gazetecilere ve bilime saygısızlıkla suçladı. Elon Musk, iddiaları gülünç bulduğunu söylese de başta takipçilerini kadın gazeteciye yağdırdıkları küfürler ve hakaretler konusunda uyarmadı. Ta ki annesi Maye Musk, “Ben seni bilim kadınları arasında, bilime ve kadınlara saygılı yetiştirdim; bu yalan haberlerin kadınlara düşmanlık meselesi haline getirilmesinden utanç duyulmalı” diye bir tweet atana kadar! Daha sonra Elon Musk da takipçilerini kendisini eleştirenlere hakarette bulunmamaları konusunda uyardı ama doğrusu artık çok geçti, takipçileri ona toz kondurmamakta kararlıydı.

Malum, Elon Musk, PayPal, Solar City, Tesla ve SpaceX ile hepimizi kendisine bağlamayı başardı. Tabii, Anıtkabir’den paylaştığı fotoğrafın da kalbimizde ayrı bir yeri var. Erkek kardeşi Kimbal’ın Nextdoor Eatery ve The Kitchen ile gıda konusundaki sosyal yardım çalışmalarına, kız kardeşi Tosca’nın film platformu Passionflix’ine kadar Musk ailesinin her bireyini tek tek izlemekteyiz.

En çok ilgimi çeken ise 72 yaşındaki süpermodel annesi Maye Musk… Maye Musk’ın “Bir Kadın Plan Yaparsa-Ömür boyu macera, güzellik ve başarı için tavsiyeler” başlıklı kitabının Türkçesi bu hafta Destek Yayınları tarafından yayımlandı. Sosyal medyayı çok iyi kullanan Maye Musk, kitabının Türkçe kapağını takipçileriyle paylaştı ve Türkiye’den rekor sayıda destek, yorum, alkış emojisi ve tabii “like” aldı. Karlie Kloss, Christie Brinkley, Diane von Furstenberg gibi moda dünyasından birçok isim kitabı tavsiye etti. Kitabın en çok ilgi çeken bölümlerinden biri beyaz saçın yeni sarışın olduğunu söylediği ve modellik macerasını anlattığı bölüm. 15 yaşında modellik yapmaya başlıyor Maye Musk, zaten 18 yaşından sonra bu işin yapılamayacağını düşünerek. Tek başına 3 çocuğuna bakmak zorunda kaldığı için bir yandan beslenme uzmanlığı yapıyor, ara ara da para kazanmak için modellik yapıyor. Daha 30 yaşında onu gelinin annesi rollerine sokuyorlar, 42 yaşında üniversitede doktorasını yaparken anneanne rolünde buluyor kendini.

New York’ta anlaştığı ajans ona hiç iş getirmeyince 59 yaşında saçlarını boyamayı bırakmaya karar veriyor ve kısacık kestiriyor. İşte ne olduysa bundan sonra oluyor. Önce Time dergisine kapak oluyor, daha sonra 61 yaşında New York dergisine hamile kapak oluyor, gerçekten hamile değil tabii ama yeterince inandırıcı görünüyor. Bunun üzerine hâlâ modellik kariyerine devam edebileceğini anlayıp, ona artık çok yaşlı olduğunu, kimsenin onunla çalışmak istemediğini söyleyen ajansıyla yollarını ayırmaya karar veriyor ve işte kendi planını yapıyor, daha küçük bir ajansla çalışmaya başlıyor.

Eğlenceli, samimi  ve gerçekçi

Tüm bunların sonunda, tabii Elon Musk fırtınasının da etkisiyle, 67 yaşında New York Moda Haftası’nda ilk defa podyumda yürüyor, kendisinden 45-50 yaş küçük modellerle. Ve doğrusu hepsinden iyi gözüküyor. 69 yaşında ise Cover Girl markasının yüzü oluyor, birçok moda dergisinin kapağında yer alıyor. Şimdi 72 yaşında ve kitabında da dediği gibi her şey plan yapmakla başlıyor. Eğlenceli, samimi ve gerçekçi bir kitap.

Okumakta fayda var!

 

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cagdas-ertuna/bu-kitaptan-ogrenecek-cok-sey-var-6337741

“Yazmak Yetenek İşi Olduğu Kadar Bilgi ve Cesaret İşi de”

Bir devlet kurumunda çalışırken 2005 yılında aldığınız kararla kariyerinizde köklü değişiklik yaptınız ve Destek Medya Grubu’nu kurdunuz. Bu kararı almanızda neler etkili oldu, süreç nasıl gelişti ve tamamlandı?

Bir kitap yazmıştım ve kitabımı basabilecek uygun bir yayınevi bulamıyordum bir türlü. Ankaralı bir yayınevi kitabımı yayımladı, hatta bir ayda ikinci baskıyı da yaptı ama istediğim gibi olmadı. Tatsız olaylar yaşadım.

Yayıncılar o dönemde fazlasıyla gelenekçiydi. Kitap türleriyle ilgili kırılmaz birtakım kalıpları vardı, farklılığa, başkalığa ve yeni isimlere karşı fazlasıyla temkinliydiler. Kendime yayınevi ararken bu eksikliği de saptamıştım.

Destek Yayınları’nı kurarken açık, değişik yazım türlerine sıcak bakan, kutunun dışında düşünen, vizyonu geniş, yeni yazarlara da fırsat veren, piyasadaki çok satan yazarları avlamak yerine kendi çok satan yazarını ortaya çıkarabilen, denenmemişi deneyen bir yayınevi hedefindeydim. Açıkçası sektörün gelenekçiliğini yıkmamızda önemli bir payımız olduğunu söyleyebilirim.

Medya grubunuzun altında Destek Yayınları, Beyaz Baykuş, KaraKarga Yayınları, Genç Destek Yayınları ve Destek Prodüksiyon yer alıyor. Bu markaların yaratılma sürecinde hedefleriniz neler oldu? Bu türleşme süreç içinde mi gerçekleşti, yoksa başından beri o şekilde mi kurguladınız? Neden tek bir yayınevi yerine bir medya grubu yarattınız?

Gelişim ucu açık bir süreçtir. Büyümeye başladığınızda frene basma hakkınız yoktur. Büyümekte olan bir çocuğun elinden sütünü, mamasını alamazsınız. Bu büyük bir haksızlık ve aynı zamanda yıkımdır da.

Destek Yayınları, özgün ve ilginç projeleriyle kısa sürede yayıncılık sektöründe fark edilir oldu. Bir zamanlar gelenekçi yayınevleri tarafından dışlanan yazarlar bugün Destek Yayınları’ndan basılan kitaplarıyla birer çoksatar olduklarında dudak uçuklatacak meblağlarda transfer teklifleri almaya başladılar.

Yayıncılık dünyasında yeniliklerin öncüsü olmak konusunda tevazu gösteremem. Biz kendi içimizde de yenilenmeye ve büyümeye devam ediyoruz. Kendi başarılarımızın da üzerine gidiyoruz. Kendimizle yarışıyoruz. Hiçbir zaman kabul gördü diye bir noktaya odaklanıp körleşmiyoruz. Geniş düşünüyor, çok yönlü üretiyoruz. Büyümekte olan bir yayınevinin karşısına geçip “Bize bu kadar başarı kâfi” diyemezdik. KaraKarga, Beyaz Baykuş ve Genç Destek sürecin gerektirdiği ihtiyaçları karşılamak üzere kuruldu.

Çoksatar listelerinde üst sıralarda yer alan kitapların birçoğunda Destek Medya Grubu etiketleri göze çarpıyor. Bu kitapların başarısının sebebini nasıl açıklıyorsunuz?

Biz okur kitlemizin yelpazesini geniş tuttuk. Spesifik bir okur profilinin üzerine yoğunlaşarak sadece onları tatmin etmek üzere kitaplar basmayı hedef edinmedik.
Türkiye seksen milyonluk kocaman bir ülke. Sadece entelektüel düzeyde kitaplar okuyan kitleye odaklanarak geri kalanını yok saymadık. Hayatında hiç kitap okumamış insanlara bile kitap satmayı başardık.

Yayıncılık dünyasında çoksatar kitaplara sahip olmak bir sorumluluk getiriyor mu size? İmtina ettiğiniz, hassas davrandığınız noktalar neler?

Çok ya da az satmak bir kriter değil bizim için. Az satan kötü, çok satan iyi diyemeyiz. Çoksatarlardan dolayı sorumlu, satmayanlardan dolayı sorumsuz da olamayız. Yayıncı bastığı her kitaptan sorumludur. Arkasında durmayacağımız, desteklemeyeceğimiz işlerin içinde olmadık. Hangisinin kaç sattığına bakmaksızın, bastığımız her kitaptan dolayı okura karşı kendimizi sorumlu hissediyoruz tabii ki. Okurun, vaat ettiğimiz şeyi kitapta buluyor olması bizim için en değerli kriter…

Medya grubu içindeki yayınların yıllık yayın programları hazırlanırken nelere dikkat ediyorsunuz, bu programlar nasıl belirleniyor?

Yayın programları aydan aya, haftadan haftaya farklılıklar gösterir. İyi bir projeye ne zaman rastlayacağınızın saati, zamanı yok.

Aklımıza bir fikir gelir hayata geçiririz, program değişir. Genel olarak bir yayın programına sahip olmakla beraber sürekli proje üreten ve tasarlayan bir yayıneviyiz.

Dört farklı yayını düşününce çokça dosya geliyordur. Bunların değerlendirilmesi, yayımlamaya karar verilmesi gibi süreçler nasıl gerçekleşiyor?

Bizim çok yoğun bir programımız var. Ayrıca yüzlerce dosya alıyoruz. Dosyalar üç ya da dört ay içinde okunarak değerlendiriliyor. Olumlu veya olumsuz kararlarımızı dosya sahiplerine bildiriyoruz. Yayın kurulunun onayladığı dosyalar üzerinde ayrıca düşünüyoruz, çok yönlü bir değerlendirme yapıyoruz. Uygun görüldüğü takdirde yayım programına alıyoruz.

Yeni yazarlardan neler beklediğinizi, yazarların dosyalarında nelere dikkat ettiğinizi anlatır mısınız?

Yazmak uzun soluklu bir yolculuk. Bitimsiz bir öğrenme ve gelişme süreci. Bunca yıllık yayıncılık hayatımda öğrendiğim en önemli şey şu: İyi yazar olmanın yolu, iyi okur olmaktan geçiyor. Ayrıca iyi okur olmak çok kitap okumak demek değil…

Yazmak yetenek işi olduğu kadar bilgi ve cesaret işi… Yazma sanatı üzerine okumalar yapmak, düşünmek, tartışmak, muhakemelerde bulunmak çok önemli.

​Bize her türden sayısız dosya geldiği için hepsini aynı kriterlerde değerlendirmemiz doğru olmaz. Her kitap türünün kendi içinde farklı dinamikleri var. Profesyonel editörler bu dinamiklere göre okumalar yapıyor, ardından geniş bir yayın kuruluyla çok yönlü bir değerlendirme gerçekleştiriliyor ve buna göre son karara varılıyor.

Sizin de bir kitabınız mevcut. Düşünüyorum ki bir kitabın okurla buluşması için birtakım kriterleri mevcut olmalı. Sizce iyi bir kitabın kriterleri nedir?

“İyi bir kitabın kriterleri şunlardır” diye bir liste yok. Çünkü kitap tek türde bir üretim değil.

​İyi bir romanın kriterleri farklıdır, iyi bir araştırma kitabının kriterleri de farklıdır, aynı şekilde iyi bir tarih kitabının, iyi bir sağlık kitabının, iyi bir çocuk kitabının, iyi bir çeviri kitabın, iyi bir anı kitabının kriterleri de farklıdır. Hatta iyi bir romanın bile kendi içinde türlere ayrıldığında kriterleri değişir.

İyi bir kurgu roman, iyi bir tarihi roman, iyi bir polisiye, iyi bir politik kurgu, iyi bir bilimkurgu kesinlikle farklı kriterlere sahiptir. Bu soru başlı başına bir kitap ve ders konusu…

Türkiye’nin okuma oranlarını göz önünde bulundurduğumuzda riskli bir işe girdiğinizi söyleyebiliriz. Bu riskleri azaltmak için ne gibi bir yol izliyorsunuz?

Türkiye’de hâlâ altı yaşın üzerinde olup okuma yazma bilmeyen insanlar var. Yüzde 3,78’lik bir kitleden bahsediyorum. Okuma alışkanlığı oldukça düşük olan ülkelerden biriyiz. Okuma kültürümüz neredeyse yok. Ne yazık ki ülkemizde okumak sinemaya gitmek, yemeğe çıkmak, alışveriş yapmak, makyaj malzemesi almak gibi lükslerden biri sayılıyor.

Oysa yemek yemek, su içmek, uyku uyumak gibi birinci dereceden yaşamsal bir ihtiyaçtır okumak. Maalesef bunun bilincine sahip değiliz. Ülkenin bu genel profiline rağmen yayıncılık yapıyorum ben. Oldukça dar alanda paslaşıyoruz rakiplerimizle. Fakat bunu ticari bir risk olarak görmüyorum. Ortada bir risk varsa bu ülkenin geleceğiyle ilgili daha büyük bir risktir. Ben yayıncı olarak daha geniş kitlelere ulaşma hedefiyle çalışıyorum sadece. Kitap okumayan birine bile kitap satabilmek istiyorum. Hayatında sadece bir kitap okumuş insanlara bir kütüphane vermek istiyorum. Bu amaçla üretiyorum, bu amaçla geliştiriyorum kendimi.

Peki Türkiye’de okur neleri okuyor, neleri okumuyor?

Türk okuru referansı olan kitapları tercih ediyor daha çok. Tavsiye edilen, okunmuş, beğenilmiş, onaylanmış, önerilmiş kitaplara karşı daha sıcak… Bildiği yazarların kitaplarını alıyor. Adını duymadığı yazarlara ve türlere karşı daha temkinli. Bu açıdan bakıldığında biz çok daha zor bir şeyi başarıyoruz aslında. Çoğu yazarın ilk kitabını biz basıyoruz. Onların tanınır, referans gösterilir ve tavsiye edilir isimler olmalarına kadar geçen zorlu süreci biz yönetiyoruz. Yaptığımız şey dosyayı alıp matbaaya göndermek değil. Okuru yepyeni türler ve yepyeni yazarlar okumaya ikna ediyoruz. Okurun ikna olduğu şeyle ilgili hayal kırıklığı yaşamaması çok önemli…

Destek Medya Grubu’nda gelecek zamanlarda neler göreceğiz? Kendinden daha çok söz ettirecek sürprizleri olacak mı? Okurlara biraz gelecekten haber verir misiniz?

Destek Yayınları tabii ki yeni projeler üretmeye devam ediyor. Kurgu romanlardan politik kitaplara, çocuk kitaplarından çizgi romanlara kadar çok geniş bir yelpazede büyük bir emekle, inançla ve sevgiyle hazırlanmış kitaplar basmaya devam edeceğiz.

https://www.artfulliving.com.tr/

Yazarlara da ahlaksız teklifler geliyor

Destek Yayınları’nın sahibi Yelda Cumalıoğlu, geçen hafta metro çıkışında gördüğü korsan kitap tezgâhına müdahale edince karşısında eli bıçaklı bir adam buldu. Bu Yelda’nın korsana ilk saldırısı değil, Çeşme’de de korsan kitap yırtmaktan karakolluk olmuş. Yelda ile “tezgâhlarda korsan kitap değil meyve satılsın” dedikten sonra kitap dünyası hakkında sohbet ettik.

* Yelda’cım çok geçmiş olsun. Sen korsana, korsan da sana saldırdı. Anlatır mısın, neler oldu o gün?

– Cuma günü iş çıkışı saat 19.30 gibi Hacıosman metrosunun oralarda bir korsan tezgâhı gördüm. Gittim baktım hangi kitaplar var diye. Benim yayın evimden çıkan “Çi”yi aldım elime, baktım bandrolü yok, oradaki çocuğa “Korsan kitap satmanın yasak olduğunu bilmiyor musun?” diye sordum.

* Çocuk derken, kaç yaşlarında?

– 18 yaşından küçüktü. Zaten özellikle yaşı küçük çocukları seçiyorlar ki yakalandığında hapse girmesin. Çocuğa “Hemen topla burayı, yoksa polisle geleceğim” dedim. Çocuk kitapları toparlamaya başladı. O sırada arka taraftan tezgâhı gözleyen biri geldi, kaba bir şekilde konuşmaya başladı. Bağrış çağrış oldu. Sonra cebinden bıçak çıkardı ve oynamaya başladı.

Yazarlara da ahlaksız teklifler geliyor

MÜZİSYENLER DE KORSANDAN MAĞDUR

* Bıçak çekince korkmadın mı?

– Hiç korkmadım. Epey bir tartıştık. Sonra bir adam geldi, destek oldu bana. O da müzisyenmiş. “Biz de mağduruz bu korsandan” dedi. Sonra karakola gidip olayı anlattım.

* Tezgâh kalktı mı hemen?

– Ekip gönderip tezgâhı kaldırmışlar. Ama sonra Twitter’dan bir mesaj geldi, ertesi gün yine kurmuşlar.

* Bu senin korsanla ilk yüzleşmen mi?

– Çeşme’de benzer bir olay olmuştu. Çeşme’nin ana caddesi üzerindeki tüm kitapçılar korsan satıyordu. Ne zaman oradan geçsem kendi yayın evimin korsan kitaplarını yırtıp atıyordum, karakolluk oluyorduk.

* İstanbul’da en çok nerede korsan kitap satılıyor?

– Kadıköy, Kabataş iskele ve metro çıkışlarında çok var.

* Yerlerini de biliyorsunuz aslında. Bir şey yapılamıyor mu?

– Yayıncılar Meslek Birliği var. Kurulmasının amacı, korsanla savaşmak ve telif haklarının korunması. Deli gibi baskınlar yapıyorlar. Ben de YAYBİR’in yönetim kurulundayım. Bizim dolaplara sığmayacak kadar çok korsan davamız var. Kitaplar yakalanıyor, depolarda mahkeme süresince tutuluyor. Mahkemeler beş sene falan sürüyor, o arada hiç kimse tutuklanmıyor ama, hiç kimse cezalandırılmıyor. Şu an içeride olan o kadar az kişi var ki. Para cezaları da caydırıcı değil.

Yazarlara da ahlaksız teklifler geliyor

KİTAP ÇIKMADAN KORSANI ÇIKIYOR

* Gerçek kitap ve korsan arasındaki farkları sayar mısın bana?

– Harmanlama hataları oluyor korsan baskıda. Mesela kitabın ilk sayfası ile 50’nci sayfası arası olmuyor. Eline aldığın zaman da o kalite farkını hissediyorsun. Ama artık korsancılar o kadar cıvıttı ki korsan baskıyı kitaptan daha pahalıya satıyorlar. Ve hatta bazı kitapların daha kendi çıkmadan korsanı çıkıyor. Mesela Kahraman Tazeoğlu’nun “Bambaşka” kitabının korsanı kendisinden önce çıktı.

* Fiyatlar arasında ne kadar fark var?

– Normalde kitabın sayfa sayısı 16’ya bölünür. 700 küsur sayfa bir kitap, 48 liralara falan gelir. Biz 40 küsur liraya kitap satılmaz dedik, yapabileceğimiz en uygun fiyatı yaptık. 32 TL’den satıyoruz. Korsan da 15 TL civarında. Fakat kitabın gerçeğini almak için uygun fiyatlı internet siteleri var, korsandan ucuza geliyor. Bizim destekdukkan.com diye bir internet sitemiz var mesela,

kitapları yüzde 40 indirimli satıyoruz. Bunları da geçtim, müthiş bir emek hırsızlığı var ortada. Zaten yazarlar zor geçinen insanlar. Türkiye’de birkaç yazar vardır, sadece yazarlık yaparak para kazanan…

* Kim o yazarlar?

– Ayşe Kulin, Ahmet Ümit, benim yazarlarımdan Kahraman Terzioğlu, Azra Kohen, Canan Tan… Zülfü Livaneli bile başka şeyler yapıyor.

NEDEN SENİN KİTABINI ALIP OKUSUNLAR?

* Bir yazarın kitabının çok satması için ne gerekli?

– Yayınevine kitap başvurusunda bulunduklarında yazarlara ilk sorduğum şey; “Neden senin kitabını alsınlar?” oluyor. Ayda 4 bin kitap çıkıyor ve raflara bile giremiyor. İşte farklılığını ortaya koyabilenlerin kitabı alınıyor. “Ben de böyle bir şey hissediyorum”, “Evet ben de bunları yaşadım” veya “Bu nasıl olur, ben bunu hiç düşünmemiştim” dedirten yazarların kitapları okunuyor.

* Romanlar eski popülaritesini yitirdi mi?

– Bir ara yitirmişti, yerini kişisel gelişim kitaplarına bırakmıştı. Şimdi kişisel gelişim ve roman bir arada isteniyor.

* Destek Yayınevi kaç yaşında? Sen nasıl girdin bu piyasaya?

– 10 yıllık bir yayıneviyiz biz. Ben Hacettepe İktisat mezunuyum. 10 sene Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştım. Sonra ayrıldım, 5 sene Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde çalıştım. 15 sene sonra tıkandım ve ayrılıp yazmaya karar verdim. Kitabımı hiçbir yayınevi yayınlamak istemedi. Genelde yayınevleri yazarların ilk kitabını yayınlamıyor. Bir yayınevi aylar sonra kabul etti, hayatımın en mutlu günüydü. Kitabım yayınlandı, bir süre sonra bana ortaklık teklif ettiler. Bütün devlet hayatımı bıraktım, ortak oldum. Fakat dolandırıldım. Sonra “Zararın neresinden dönülürse kârdır, artık sen önüne bak Yelda’cım” diyerek Destek’i kurdum.

* Müzik ve sinema dünyasında telif hakları sorunlu. Yazarlar dünyasında durum nasıl?

– Ne yazık ki yazarların da en çok şikayetçi oldukları konulardan biri, teliflerini zamanında alamamaları.

EVLER, ARABALAR TEKLİF EDİYORLAR

* Ne zaman telif alır yazarlar?

– Kitap yayınlanır, dört ay sonra biz telifini öderiz.

* Yüzde kaç alır?

– İlk kitabıysa yüzde 10 veririz ama 100 bini aşan yazarlarda bu rakamı yüzde 15’e çıkarırız.

* Yazarlar dünyasında transfer paraları dönüyor mu?

– Dönüyor. Ama biz Destek Yayınları olarak hiç transfer yapmadık, hep kendi yazarımızı yarattık ve okuyucu da buna çok destek oldu.

* Senden giden oldu mu?

– Çok az…

* Niçin gittiler?

– O kadar ahlaksız teklifler oluyor ki… Önce geliyor, seni, yazarını eleştiriyorlar. Sonra yazara “Bana gel” diye evler, arabalar teklif ediyorlar.

GÜLBEN ERGEN ÇOK SATIYOR

* Ünlüyken yazar olmak, kitap yazmak daha mı kolay?

– Ünlülerin kitapları satar diye bir şey asla yok. Hatta tam tersi. Bana gelen ünlülere ben “Senin kitabın satmaz” diyorum. Niye satmaz? Çünkü her gün gazetede haberlerini okuduğun insanı merak etmezsin. Ama ünlüler arasında da okunanlar oluyor, onlar da çok samimi olanlar.

* Kimler onlar?

– Mesela Gülben Ergen. Satıyor kitabı. Arkadaşlarıma “Neden aldınız kitabını?” diye sorduğumda, “Merak ediyoruz, samimi kadın” diyorlar.

* Okuduktan sonra ne diyorlar?

– Okuyup keyif alan da var, başlayıp bırakan da. Popüler kültürün öyle bir yanı da var, o kitabı sana aldırıyor. “Herkesin elinde o kitap var, benim de olsun” diyerek, moda olduğu için alan da var…

KİTAPLARDAKİ EROTİZMİ SEVİYORLAR

* Bu işin PR aşamasındaki sırrı nedir? İyi tanıtımla, aslında satmayacak kitap sattırılır mı?

– PR tek başına yeterli değil. Okurun nabzını tutacaksın. O anki konjonktürel dalgalanmaları göreceksin. Satışlar bazen psikoloji, bazen felsefe ağırlıklı gidiyor. Bir ara erotik akımı vardı. Hâlâ kitaplardaki erotizm seviliyor. Ama full erotizm kitapların devri geçti.

* Şimdi ne moda?

– İçinde felsefe, psikoloji, kişisel gelişim olan romanlar moda.

* Yaz-kış kitapları var mı?

– Kışın araştırma kitapları, yazın da romanlar daha çok okunuyor.

* Dijital ortamlarda kitap okuma alışkanlığı başladı mı bizde?

– Başladı ama pek tutmadı.

LİSEDEKİ ÇOCUĞA ORHAN PAMUK OKUTURSAN, OKUMAYI BIRAKIR

* Yazarlık öğrenilebilen bir şey mi?

– Evet. Yazar adaylarının öncelikle çok okumaları lazım. İkincisi, tarzına karar vermesi gerekiyor. Edebiyat ukalalarının sayfalarca kanırtan tasvirlerini ve ağdalı cümleleri edebiyat olarak değerlendirdikleri dönemler geçti. Artık dünya değişti, 18’inci yüzyılda değiliz. Edebiyatın da çağımıza uyum sağlaması gerekiyor. Dolayısıyla bugün çok açık söylüyorum lisedeki bir çocuğa Orhan Pamuk okutursanız, o çocuk hayatı boyunca okumayı bırakır. Çocuklar ne istiyorsa onu okusunlar.

* Kitapların sinema uyarlamalarına ne diyorsun?

– Çok takip etmiyorum. Ama tam tersinden bir şey söyleyeyim; Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Masalı” filmi muhakkak kitap olmalı. Ben izlerken bayıldım. Diyaloglar müthişti. Bazen senaryo kitabı çıkarıyorlar ama olmaz, biz senaryo okumayı bilmiyoruz. Bu filmin kitabı çıkarsa tutar. Tam insanların istediği türde. Felsefe, psikoloji her şey var içinde.

* Kitapta komedi de tutuyor mu?

– Kitapta daha çok dram gidiyor. Bir de şunu keşfettim; mutluluk bulaşıcı bir şey değil, karşıdakine geçmiyor ama acı geçiyor…

ÇOCUKLARA AĞIR KİTAPLAR VERİYORLAR

* Kitap okuma alışkanlığı nasıl kazanılır?

– Tek bir şekilde; bir insana çok seveceği bir kitap vereceksin, elinden düşürmeden severek okuyacak. Doyamayacak. Doyamayınca “Kitap okumak güzel bir şeymiş” diyecek, gidecek başka bir kitap alacak. Yani kitap okuma alışkanlığı insanların sevdiği kitabı okumasından geçiyor. Bizde liselerde, ortaokullarda çocuklara o kadar ağır kitaplar veriyorlar ki… Yazık.

GENÇLER DELİ GİBİ KİTAP OKUYOR

* Anne babalara tavsiyelerin ne?

– Kendileri okusunlar. Çocuk gördüğünü yapıyor. Ve çocuğu hiçbir şekilde zorlamasınlar. Bir çocuk sevmediği bir şey okursa, bir daha kitabın yüzüne bakmaz.

* Okuma alışkanlığı azaldı mı? Yeni nesil okuyor mu?

– Arttı. Şimdi yeni bir nesil geliyor, gençler deli gibi okuyor. Ama yurtdışına oranla tabii gerideyiz. Rusya’da falan insanlar ceplerinde dolaştırıyor kitapları. Metrolarda okuyorlar. Bizim metroda herkes telefonuyla oyun oynuyor.

Kitap yazmaya cesaret ve iyi niyetle başlanmalı

Edebiyata ilgisi olan çoğu kişinin düşü, kendisinden geriye ölümsüz bir eser bırakmak, hayalini bir kitapla taçlandırmak. Destek Yayınları’nın sahibi Yelda Cumalıoğlu’na usta yazarlığın şifrelerini ve bestseller yazar olmanın kurallarını sorduk. Cumalıoğlu’na göre iyi kitap cesaret, bilgelik ve dehanın eseri. Kitabın az ya da çok satmasının önemi yok. Asıl mesele yazmaya iyi niyetle başlamak.

Destek Medya Grubu Destek Yayınları, Genç Destek, Beyaz Baykuş ve KaraKarga yayınları olmak üzere dört ayrı yayınevi sahibi Yelda Cumalıoğlu 2005 yılında yayıncı olmaya karar verdiğinde başta yakın çevresi olmak üzere tüm tanıdıkları onun delirdiğini düşünmüşler. Hakkında, “Fazla hayal kuruyor, biri onu durdursun yoksa fena çakılacak” diye arkasından konuşmuşlar. Yayıncılık sektörünün köşe başlarını tutmuş büyük ve köklü yayınevleri arasında isimsiz bir şirketin piyasada tutunamayacağına inandırmaya çalışmışlar onu. “Seni bu piyasada yaşatırlar mı? Rakiplerinin kimler olduğuna bak da aklını başına topla” demişler. Fakat Cumalıoğlu, sağır kurbağa misali bütün bu olumsuz senaryolara kulaklarını tıkayıp çalışmış. İbretlik bir hikayesi olan Yelda Cumalıoğlu’yla kitapları, rekabeti, hayatı ve başarıyı konuştuk.

Okuma kültürü olmayan bir ülkede kitap satmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl bir duygu?

Her ne kadar kurumsal bir şirket olsak da tek amacımız kar etmek ve çok para kazanmak değil. Tüccar zihniyetine sahip biri olsaydım bu kadar zorlu bir sektörde imkansızı başarmaya kalkışmazdım. Türkiye’de değil yerleşik bir okuma kültürü yazık ki hala okuma-yazma bile bilmeyenler var. 2016’da yani uzay çağının ortasında bile altı yaşın üzerinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 10 ki bu bana göre oldukça ciddi bir rakam… Adını yazamayan insanların yaşadığı bir ülkede her ay düzenli olarak kitaba bütçe ayıran ve haftada ortalama bir kitap bitiren okur profili çok az. Ben böyle bir ülkede hayatında tek bir tane kitap satın almamış insana kitap satmayı başardım. Buradan kazandığım mutluluk hissini bana hiçbir kar oranıyla ve hiçbir kazanç seviyesiyle tattıramazsınız. Bu yüzden tam da bulunmam gereken sektörün içindeyim. Avrupa’da kitap satmak kolay… Sigara paketinin üzerindeki yazıyı bile okumaya heves etmeyenlerin dünyasında edebiyat satmayı dene bakalım. Beni yormayacaksa, sınırlarımı zorlamayacaksa, başarı hissi yaşatmayacaksa, sonunda gurur duymayacaksam ve en önemlisi de birine hayrım dokunmayacaksa, dünyanın en kolay ve karlı işi bile olsa yapmam.

Peki kitap piyasası 2017’ye nasıl girdi?

Yayıncılık sektörü ekonomik krizlerden çok yara almaz ama yazık ki siyasi krizlerden çok etkilenir. Her ne kadar ticari bir zemini olsa da temelde duygu ve düşünce işi yapıyoruz. Ekonomik kriz dönemlerinde insanlar alışveriş, tatil ya da sinema gibi lüks harcamalarında kısıtlamaya gittikleri için bunun karşılığında bir kitap satın alıp bir hafta boyunca iyi vakit geçirmeyi tercih ederler. Dolayısıyla ekonomik krizlerde özel zevklerinde kısıtlamaya gidenler genellikle kitapta teselli aramayı seçerler. Ancak siyasi krizlerde bu durum epey değişir. Güvensizlik, huzursuzluk, ileride ne olacak kaygısı, bizi nasıl bir gelecek bekliyor düşüncesi psikolojik olarak insandaki gelecek kurgusunu baltalıyor. Gelecekle ilgili ütopyası olmayanın bugün için düşünsel bir amacı ve hevesi de kalmıyor. Sanatın gelişmek ve yayılmak için konfora ihtiyacı yok ama güvene ve ideale ihtiyacı vardır. İdealleri, hayalleri ve ütopyası körelen bir insanın temel amacı hayatta kalmak olacaktır gelişmek değil.

Çok satan bir yazar olmak için ne yapmalı?

Çok satmayı ve ünlü bir yazar olmayı istemek yanlıştır diyemem. Buna karşılık “İsterse hiç kimse okumasın ben bildiğim gibi yazmaya devam ederim” diyenlerin de doğru bir şey yapmadığını söyleyemem. Biri iyi yazardır, diğeri kötü yazardır da diyemeyiz. Ama kendi adıma bir yayıncı ve bir yazar olarak öncelikli değerim niyettir. Hangi türde olursa olsun bir kitabın öncelikle iyi bir niyetle yazılmaya başlaması gerektiğini düşünüyorum. Kandırırım, etkilerim, inandırırım, yolumu bulurum duygusuyla başlanan hiçbir iş zaten amacına ulaşmaz. İnsanları kandırırım, ikna ederim, iyi olduğuna inandırırım niyetiyle turşucu bile açsanız o dükkanın bereketi olmaz. Kapısına kilit vurulması an meselesidir. Dolayısıyla yayıncılıkta da aynı şey söz konusu. Ortaya çıkan ürün sevilsin- sevilmesin, çok satsın-satmasın önemli olan o işin iyi bir niyetle, güzel bir amaçla yapılanmış ya da oluşturulmuş olması.

İyi bir kitabın şifreleri nelerdir?

İyi bir kitap yazmanın değişmez kuralları yok. Ama yolları var. İyi bir kitap zekâyla, bilgelikle, dehayla ve cesaretle yazılır. Bütün bunlar iyi bir yazar olabilmenin de gereğidir. Bana göre “Ben bunu böyle yazarsam başkası ne düşünür acaba” kaygısı bir yazarı fazlasıyla kuşatan, onu cendereye alan, sömürücü bir kaygıdır. Yazarken kendi gibi olmak, düşündüğünü “Acaba ne düşünürler” telaşına düşmeden olduğu gibi verebilme cesaretine sahip olmak çok değerli. Öteki ne yapmış diye bakıp o minvalde bir yazıya odaklanmak yazarı herkesleştirir. Özgünlük bana göre çok kıymetli bir seçim.

Yıldızı yükselen yazarlar ve kitap türleri hangileri?

Gördüğüm kadarıyla okur artık doyurucu bilgi ve emek arıyor okuduğu kitapta. İnsan hangi türde yazılmış olursa olsun romanda da, tarihte de, bilimde de kişisel gelişimde de üzerinde uğraşılmış, emek verilmiş kitapları okumak istiyor. Tatmin edici ve sağlıklı bilgiler arıyor. Kitabı kapattığında duygu, bilgi ve düşünüş açısından tatmin olmuş olmak istiyor. Türü ne olursa olsun okur satın aldığı kitabın dolu dolu bir iş olmasını istiyor, yazarın samimiyetini bekliyorlar. Zamanını, parasını ve emeğini harcamaya değecek kitaplar seçiyor.

KENDİNİ HEDEFİNE ADA AMA ASLA FEDA ETME

Sizce bir hayali gerçekleştirebilmenin püf noktası nedir?

Çok basit… Kendini o hayale ada ama asla feda etme… Bu ikisi arasındaki ince ayrımı yapamayan insanlar, dengeden çıktıkları için tam anlamıyla başarılı olamıyorlar. Hayallerine ulaşıyorlar ama kendilerini kaybediyorlar çünkü bütün varlıklarını gözden çıkarıyorlar, her şeylerini feda ediyorlar ya da hedeflerine adanamıyorlar, konsantre olamıyorlar. Adanmak ve feda olmak aynı şey değil… Kendini adadığın her işte muhakkak başarılı olursun, kendini feda ettiğin hiçbir şeyin sonu başarı ve mutluluk olamaz.

GÜL BAHÇELERİNDE YÜRÜMEDİM

Kitap okuma alışkanlığı olmayan bir ülkede kitap satmaya çalışmak kolay olmasa gerek. Siz de stresli yayıncılardan mısınız?

Yayıncılık sektörü gerçekten çok riskli ve stresli. Okuma kültürü oldukça zayıf bir ülkede üstelik piyasada eski ve güçlü yayıncılar pastanın büyük ve lezzetli kısmını yerken yeni bir yayınevinin ortaya çıkıp da kendini kabul ettirmesi ve 10 yıldır da ayakta kalmayı başarabilmesi gül bahçelerinde yürüyerek elde edilen bir başarı değil. Tabii ki benim de stresli olduğum, kendimi yorgun hissettiğim, canımın sıkıldığı ya da düşüncelere daldığım zamanlarım oluyor ama asla uzun sürmüyor. En uzun depresyonum 40 dakika sürer. 41’inci dakikada ayaktayımdır, neşeli ve umutluyumdur. Hayat benim için her zaman bir kazan kazan oyunudur. Ya kazanırım ya öğrenirim.

Ama sizinle aynı bu motivasyonu taşıyan bir ekip bulmanız zor…

0Kalabalık yaşayan bir insanım. Ailem, arkadaşlarım, çalışanlarım, çözüm ortaklarım hepsi hayatımın orta yerindeler. Bende hiç kimse görev ve yetki alanına göre sınıflandırılmaz. Dostlarım ne kadar kıymetliyse iş arkadaşlarım da o kadar kıymetli. Ofis boy’undan yayın yönetmenine kadar herkesin aşkla işine gelmesini beklerim. Bizde işini eğlenerek yapan insanlar dolu. Çünkü çalışan eğlenmiyorsa işini sevmiyordur ve yazık ki sevgisizce yapılan hiçbir işten verim alınamaz. Bu yüzden bizim ofisimizde diğer yayınevlerindeki gibi derin bir sessizlik yok. Güleriz, eğleniriz, espriler yaparız, fikir geliştiririz, proje üretiriz, olmadık yerden aklımıza olmadık bir kıvılcım çakar. Asık yüzler, ciddiyet ve stres kapalı duygular. Köreltir, küçültür, yorar, motivasyonu düşürür. Biz eğlenmeyi bildiğimiz için ciddi işler başarabiliyoruz. Herkesin fikrine açık bir yöneticiyim ben. Bazen öyle bir iş teslim ederim ki çalışma arkadaşıma kendisi bile başarabileceğinden çok emin değildir. Ama ben ona inanırım. Başarabileceğini sezerim ve kendisi cesaret edemese bile ona bu fırsatı mutlaka veririm. Herkesin yanılma payı vardır, herkesin hata yapma hakkı vardır. Bu konuda asla despotluk yapmam. Tahammül edemeyeceğim tek şey aynı hatanın tekrarlanmaya devam etmesi olur. Çünkü tekrar eden bir hatanın içinde eğlence, başarı ve mutluluk yoktur.